Son zamanlarda adını sıkça duyduğumuz, en çok konuşulan konulardan biri haline gelen “nesnelerin interneti” sadece yaşam tarzımızı değil çalışma biçimimizi de etkileyecek potansiyele sahip bir kavram. Peki nedir bu nesnelerin interneti ve hayatımızı nasıl etkileyecek?
Aslında bu kavramın birçok karmaşık tarafı olsa da en temel özelliği, cihazların, araçların, canlıların birbirine veya başka sistemlere bağlanmasıyla bir sistem ağı oluşturmasıdır.
Nesnelerin interneti (IoT) tarihi nereye dayanıyor derseniz fikir anlamında Nicola Tesla’nın kablosuz enerji fikriyle 1920’lere dayanıyor diyebiliriz. Tarihe geçen ilk örnek olarak ise 1991 yılında Cambridge Üniversitesi’ndeki akademisyenlerin her kahve almaya gittiktiklerinde elleri boş dönmesinden sıkılıp kahve makinesini görebilmek için kurduğu kameralı sistem de o zamanın şartlarında bakıldığında vizyon geliştirici bir uygulama. Çevrimiçi ve gerçek zamanlı olması sebebiyle “nesnelerin interneti” kavramının ilk örneği olarak gösterebiliriz. Fakat proje olarak adını ilk defa 1999 yılında Britanyalı Kevin Ashton’nın bir şirket için hazırladığı sunumda duyduğumuz bu kavram günümüzde gelişen teknoloji ile birlikte daha kapsamlı kullanıldığını görüyoruz.
Buzdolabınız ile iletişime geçin
IoT, sağlığımızdan tutun kullandığımız arabaya, içtiğimiz kahveye, aldığımız ilaçlara,bahçemizin sulama sistemine, kapımızın ziline yada bir üretim fabrikasındaki makinelere kadar her yere etki edebiliyor. Buzdolabınızın sütün bittiğini haber verip, arabanızın GPS’sini en yakın markete yönlendirmesi ve sizin bu noktada telefonunuzla ödeme yapabilmeniz bir IoT olgusudur. En basit örnek olarak otobüslerin bize nerede olduklarını ve bulunduğumuz durağa ne zaman geleceğini bildiren uygulama da hali hazırda kullandığımız bir IoT uygulamasıdır.
Özellikle IoT ile birlikte hayatımıza giren ve çok etkisini görebileceğimiz “Endüstri 4.0” bir sanayi devrimi niteliğinde. İnsan gücüne sadece makinaların bakımında ve geliştirilmesinde gerek duyulduğu, hammaddesini bile kendi sipariş edebilen, üretim yapabilen, yalnızca otonom robotların çalıştığı yakın geleceğin akıllı fabrikaları hem hata riskini hemde maliyet oranlarını çok düşürecek.

Ne kadar çok cihaz, o kadar saldırı riski
Her güzel şeyin bir kötü tarafı da mutlaka vardır. Günümüzde giyilebilir teknolojiler, akıllı şehir ve çevre uygulamaları, güvenlik ve önlemler, lojistik, sağlık hizmetleri, maden uygulamaları, askeri uygulamalar ve tarım uygulamaları gibi birçok sektörde çeşitli çalışmalar yapılmakta, bir taraftan IoT ile birlikte internete bağlanabilen cihaz sayısı arttıkça diğer taraftan kötü niyetli siber suçlar için de daha fazla hedef oluşturmakta. Bu konudaki en önemli tavsiye hem ihtiyacı hem de potansiyel çözümü önceden düşünmek. İnternete bağlanabilecek bir cihaz gerçekten gerekli mi yoksa sadece eğlence için mi alınıyor? Diğer bir deyişle, IoT olmazsa olmaz mı? Bazı durumlarda kesinlikle öyle, fakat bazı durumlarda güvenli olduğu kanıtlanmış cihazları internete bağlanabilen gösterişli cihazlara tercih etmek en makul tutum.
Gartner’e göre IoT teknolojisi her yere nüfuz edecek
Bilgi teknoloji ürünleri üzerinde araştırma ve tavsiyelerde bulunan analiz firması Gartner ‘a göre, bugüne kadar yaklaşık 15 milyar civarında cihazın birbiriyle bağlantılı hale geldigi söylenmekte, 2020 yılında ise bu rakam 30 ile 50 milyar arasında olabileceği tahmin edilmekte.
Hızla yayılan ve gelişen bu teknolojinin aşağıdaki tabloda 2025 yılında sektörel dağılım öngörüsünü inceleyebiliriz.

Nesnelerin interneti başlı başına büyüleyici bir alan
Bu teknoloji sayesinde günlük hayatımızda kullandığımız tüm cihazların çevrimiçi olabileceğini idrak etmek gerçekten zor, ancak görünen o ki nesnelerin giderek akıllandığı bir geleceğe doğru ilerliyoruz.