15. ve 16.yüzyıllarda gerçekleşen Coğrafi Keşifler dünya tarihi açısından önemli bir kırılma olmuştur. Zira 15.yüzyılın sonlarına kadar adeta dünyanın yarısı hiç bilinmemiş, Amerika ve Avustralya gibi kıtalardan ve bu kıtalarda yaşayan insanlardan kimselerin haberi olmamış ve bilinen tüm dünya olayları, Asya, Avrupa ve Afrika’da, yani eski dünya kıtalarında cereyan etmiştir.
Binlerce yıl boyunca kimsenin Amerika’nın ve buradaki Maya, İnka ve Aztek uygarlıklarının bilincinde olmaması, yine kimsenin Avustralya’daki Aborjinlerden haberinin olmaması, insanlık tarihindeki enteresan durumlardan biridir. Yani dünya insanları birbirlerinden tamamen habersizdir ki bu insanların bu kıtalara ne zaman ve ne şekilde gittikleri hâlâ tam bir muammadır.
Coğrafi Keşifler ve Sonuçları
Osmanlı Yükselme Döneminde İpek ve Baharat Yolları’nın elimize geçtiği hepinizin mâlumudur. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethedip Karadeniz’i de Türk gölü hâline getirmesiyle İpek Yolu, kudretli hükümdar Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi’yle de Baharat Yolu Osmanlı’nın denetimine geçmiş ve böylece Osmanlı, tüm doğu-batı ticaretini kendi uhdesine almıştır.
Avrupa Devletleri, en büyük düşman olarak gördükleri Osmanlı’ya vergi vermeyi bir türlü hazmedemedikleri için yeni ticaret yolları arayışına girmişler ve böylece coğrafi keşifleri yapmışlardır. Yani Coğrafi Keşiflerin amacı, Avrupa’nın Hindistan’a yeni bir yoldan ulaşıp, Osmanlı’ya vergi vermeme isteğinden kaynaklanmıştır.

Bu noktada özellikle Venedik ve Cenevizlilerden sonra denizlerde birer güç hâline gelen İspanyol ve Portekizliler başrol oynamış, dahası bu ülkelerde denizciler, krallar tarafından desteklenmişlerdir. Öyle ki ilk olarak Bartelmi Diaz’ın Ümit Burnu’nu keşfetmesiyle başlayan bu serüven, Vasko Dö Gama’nın okyanus yoluyla Hindistan’a ulaşmasıyla son bulmuş ve Avrupalılar ticarette Osmanlı’ya muhtaç olmaktan kurtulmuşlardır.
Avrupa’da Sömürgecilik Hareketleri
Sonrasında Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfetmesi –ki kendisi burayı Hindistan sanmıştır- ve Americo Vespuçi’nin buranın yeni bir kıta olduğunu ilan etmesiyle Avrupa bir anda koca bir kıtaya sahip olmuş ve Merkantilizm denilen sömürgeci anlayışla keşfedilen bu yerler vahşice sömürülmüştür.

Özellikle Amerika kıtasında Maya, İnka ve Aztek uygarlıklarını yıkan Avrupa barbarlığı, bu uygarlıkların hazineleri ve zenginlikleriyle hızla zenginleşmeye başlamıştır. Yapılan bu keşiflerde hiç şüphesiz Avrupa’nın Haçlı Seferleri sırasında Müslümanlardan pusulayı öğrenmeleri ve okyanus şartlarına uyumlu gemiler yapılması da etkili olmuştur.
Osmanlı Neden Bu Keşiflere Katılmadı?
Aslında bu sorunun cevabını yazımızın en başında verdik. Coğrafi Keşifler, Osmanlı’ya vergi vermek istemeyen Avrupa için bir ihtiyaçtı. Oysa Osmanlı, bu dönemde zaten dünyanın en güçlü, en zengin ve ticaret yollarına hâkim ülkesi olduğu için böyle bir ihtiyaç duyulmamış ve bu sebeple de bir arayışa girilmemiştir. Bu, tıpkı hasta olmayan bir insanın ilaç peşinde koşmaması gibidir. Bir anlamda Osmanlı, kendi kudretinin kurbanı olmuştur denilebilir.
Gerçi Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nde gerçekleştirilen ve Piri Reis’in görevlendirildiği Hint Deniz Seferleri adlı okyanus seferlerimiz gerçekleşmiş ancak deniz şartlarına uygun şekilde imal edilen Osmanlı gemileri bu seferler sırasında çok zorlanmıştır. Kanuni’den sonra bu meselenin yeterince sahiplenilmemesi de hiç kuşkusuz bu teşebbüslerin yarım kalmasında etkili olmuştur.
Tarih biliminin bize öğrettiği çok açık bir gerçek vardır; bir medeniyet zirveye ulaşmışsa, artık bu nokta onun düşüşünün de başladığı noktadır. Tıpkı insanlar gibidir devletler. Kurulurlar, gelişirler ve yıkılırlar. Öyle ya, insan doğduğu anda hem yaşamaya hem de ölmeye başlamaz mı? Ne dersiniz?